Player FM - Internet Radio Done Right
16 subscribers
Checked 15h ago
Προστέθηκε πριν από five χρόνια
Το περιεχόμενο παρέχεται από το Mevlana Takvimi. Όλο το περιεχόμενο podcast, συμπεριλαμβανομένων των επεισοδίων, των γραφικών και των περιγραφών podcast, μεταφορτώνεται και παρέχεται απευθείας από τον Mevlana Takvimi ή τον συνεργάτη της πλατφόρμας podcast. Εάν πιστεύετε ότι κάποιος χρησιμοποιεί το έργο σας που προστατεύεται από πνευματικά δικαιώματα χωρίς την άδειά σας, μπορείτε να ακολουθήσετε τη διαδικασία που περιγράφεται εδώ https://el.player.fm/legal.
Player FM - Εφαρμογή podcast
Πηγαίνετε εκτός σύνδεσης με την εφαρμογή Player FM !
Πηγαίνετε εκτός σύνδεσης με την εφαρμογή Player FM !
Podcasts που αξίζει να ακούσετε
ΕΠΙΧΟΡΗΓΟΎΜΕΝΟ
Hilde Mosse comes from one of the wealthiest families in Berlin and stands to inherit an enormous fortune. But she longs for something more meaningful than the luxurious lifestyle her family provides. So Hilde decides to pursue her dream of becoming a doctor. As the Nazis take power in Germany and the Mosse family is forced to flee, Dr. Hilde Mosse lands in New York having nearly lost everything.. She finds her calling treating the mental health of Black youth – and the symptoms of a racist system. In addition to photographs, school records, and correspondence spanning Hilde Mosse’s entire lifetime, the Mosse Family Collection in the LBI Archives includes the diaries she kept between 1928 and 1934, from the ages of 16-22. Hilde’s papers are just part of the extensive holdings related to the Mosse Family at LBI. Learn more at lbi.org/hilde . Exile is a production of the Leo Baeck Institute, New York and Antica Productions. It’s narrated by Mandy Patinkin. This episode was written by Lauren Armstrong-Carter. Our executive producers are Laura Regehr, Rami Tzabar, Stuart Coxe, and Bernie Blum. Our producer is Emily Morantz. Research and translation by Isabella Kempf. Voice acting by Hannah Gelman. Sound design and audio mix by Philip Wilson. Theme music by Oliver Wickham. Please consider supporting the work of the Leo Baeck Institute with a tax-deductible contribution by visiting lbi.org/exile2025 . The entire team at Antica Productions and Leo Baeck Institute is deeply saddened by the passing of our Executive Producer, Bernie Blum. We would not have been able to tell these stories without Bernie's generous support. Bernie was also President Emeritus of LBI and Exile would not exist without his energetic and visionary leadership. We extend our condolences to his entire family. May his memory be a blessing. This episode of Exile is made possible in part by a grant from the Conference on Jewish Material Claims Against Germany, which is supported by the German Federal Ministry of Finance and the Foundation Remembrance, Responsibility and Future.…
Mevlana Takvimi
Σήμανση όλων ότι έχουν ή δεν έχουν αναπαραχθεί ...
Manage series 2542707
Το περιεχόμενο παρέχεται από το Mevlana Takvimi. Όλο το περιεχόμενο podcast, συμπεριλαμβανομένων των επεισοδίων, των γραφικών και των περιγραφών podcast, μεταφορτώνεται και παρέχεται απευθείας από τον Mevlana Takvimi ή τον συνεργάτη της πλατφόρμας podcast. Εάν πιστεύετε ότι κάποιος χρησιμοποιεί το έργο σας που προστατεύεται από πνευματικά δικαιώματα χωρίς την άδειά σας, μπορείτε να ακολουθήσετε τη διαδικασία που περιγράφεται εδώ https://el.player.fm/legal.
Mevlana Takvimi günlük takvim yazıları
…
continue reading
1925 επεισόδια
Σήμανση όλων ότι έχουν ή δεν έχουν αναπαραχθεί ...
Manage series 2542707
Το περιεχόμενο παρέχεται από το Mevlana Takvimi. Όλο το περιεχόμενο podcast, συμπεριλαμβανομένων των επεισοδίων, των γραφικών και των περιγραφών podcast, μεταφορτώνεται και παρέχεται απευθείας από τον Mevlana Takvimi ή τον συνεργάτη της πλατφόρμας podcast. Εάν πιστεύετε ότι κάποιος χρησιμοποιεί το έργο σας που προστατεύεται από πνευματικά δικαιώματα χωρίς την άδειά σας, μπορείτε να ακολουθήσετε τη διαδικασία που περιγράφεται εδώ https://el.player.fm/legal.
Mevlana Takvimi günlük takvim yazıları
…
continue reading
1925 επεισόδια
Alle episoder
×Gönüller sultânı Hazret-i Sâmî (k.s.), kalbin Kur’ân-ı Kerîm’de beş sınıf olarak beyân edildiği ni anlatırlardı. Ez-cümle: 1. Ölü kalb, 2. Hastalık lı kalb, 3. Gâfil kalb, 4. Zâkir kalb, 5. Ma’nen diri (hayy) kalb. Kalbimizi her türlü hastalık ve tehlikelerden ko ruyacak birinci şartın zikru’llâha devâm olduğunu her defasında tekrâr tekrâr beyân buyururlardı. Bu nun da, az yiyip oruç tutarak ve şartlarına riâyetle yapılırsa netice hâsıl olacağını bildirirlerdi. Çünkü kul, hadîs-i şerîfte beyân buyurulduğu üzere: “Kişi kalben zikre muvaffâk olursa şeytân me’yûs olarak geri çekilir; zikirden gâfil olursa kalbe yeniden girer.” “Allâh Azîmüşşân’ı kalben zikreden ile zik retmeyenin farkı, cesed dirisi ile ölüsünün farkı gibidir.” buyururlardı. Bu yüzden insanlar, kendi lerini Allâh (c.c.)’yü ve O’nun zikrini hatırlatanlarla berâber olmağa çağrılıyordu. Tevbe sûresinde Cenâb-ı Hâkk: “Ey îmân edenler, Allâh’tan kor kun da sâlih ve sâdıklarla beraber olun.” diye emrediyor. Sâlihlerden bu dünyâda istifâde olacağı gibi kabirde ve mahşerde de istifâde olunacağını tefsîr ve hadîslerden misâllerle anlatırdı, Hazret-i Sâmî (k.s.). Bu husûsta kendilerine âid şu menkîbeyi an latırlardı: “Çocukluğumda kız kardeşim yürüye miyordu. Yakınlarımız Pozantı’ya yakın bir köyde Kaplanca Dede adlı bir zât var; kızı ona götürün; inşâallâh onun vesîlesi ile Allâh (c.c.) şifâ verir de diler. Ben, annem ve kız kardeşim o zâtın türbesine gittik. Geceyi orada geçirdik. Gece bir ara kız kar deşim bağırarak uyandı. Annem: “Kızım ne var, ne oldu, niye bağırdın?” dedi. Kız kardeşim: “Anne şu kabirdeki dede kalktı, geldi benim kalçamın üzerine oturdu” dedi. Bu hâlden sonra yürüyemeyen kız kardeşim Allâh (c.c.)’ün izni ile ayağa kalktı yürüdü. Ömrü boyunca da bir daha ayağı ağrımadı.” İşte sâlihlerden biiznillâh “kabir deki istifâde.” Not:Yazının devamı 13-17 Kasım tarihlerindedir. (Ömer Muhammed Öztürk, www.ramazanoglumahmudsamiks.com…
Bütün hayatı manevî kerâmet (ya’ni istikâmet) olan Efendimiz Hazretleri, kendilerinden sâdır olan kerâmetleri böylece saklamamızı bize öğretmiş oluyorlardı. Böylece kerâmetin matlûb olmadığını, zuhûrunun o kişilere Allâh (c.c.)’ün rahmeti oldu ğunu anlatmış oluyorlardı. Buna da hâmdetmek lâzımdı ve hemen takılmadan istikâmet üzere Hâkk yola devâmı öğretiyorlardı. Böylece inkılâb kâbiliyetini hâiz olan kalbimiz hakîkî ve tek matlûb olan Allâh (c.c.) ile olacaktı. Ağyârdan ictinâb ge rekliydi. İşte kalbin hâllerini anlatırlarken verdikleri bir misâl: “Bukâlemun denilen, Türkçe adı “bah tabakan” kertiş cinsinden kuyruğu ile dala sarılan bir hayvan vardır. Çocukluğumuzda, bu boz renkli hayvanı tutar, erkeklerin o zaman kullandığı kırmızı renkli, püsküllü, kalıba konan feslerini onun üzeri ne koyardık. Kısa bir süre sonra fesi kaldırdığımız da, bukalemunun kıpkırmızı olduğunu görürdük. Biraz açıkta kalınca eski boz rengine avdet ederdi. Yine kadınların başını örttüğü siyah renkli yağlığı (başörtüsünü) alır bukalemunun üzerine örterdik. Bir müddet beklettikten sonra başörtüsünü açtığı mızda hayvanın renginin siyahlaştığını müşâhade ederdik. Biraz sonra asıl rengine avdet ederdi. İşte bir hayvanda bu derece bulunduğu yere intibâk kâbiliyyeti olursa; ya kalbimizi nasıl muhâfaza et memiz gerekir; teemmül edelim” buyururlardı. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Cenâb-ı Hâkk, sizin kalıbınıza değil; kalblerinize nazar atfeder.” Kalb nazargâh-ı İlâhî’dir; ona göre dikkat etmeli yiz. Yine buyuruyorlar: “Gençliğimde dergâhta hâl ehli, ehl-i keşiften Âdil Beğ bana: “Sâmî evlâdım, münâsebette bulunduğun kişilere çok dikkat et, sakın kasvetli kimselerle karşı karşıya oturma. Bir defa Ayasofya câmiinde mevlid dinliyordum; bir de baktım letâiflerim durmuş. Karşımda diz dize otur duğum adamın kalbi hasta imiş (ya’ni katı). Letâif lerimi üç günde zor çalıştırdım.” dedi. Câmiide mevlid dinleyenin kalbinden bu in’ikâs olursa ona göre dikkat edelim.” (Ömer Muhammed Öztürk, www.ramazanoglumahmudsamiks.com…
Bu sünnete uygun hayat günümüz insanlarının ancak örneklerini kitâblarda görebildiği bir şekilde tam 96 yıl devâm etmiştir. Doğumlarından dâr-ı bekâya intikâllerine kadar gecesiyle, gündüzüyle, harekâtı ve sekenâtı ile günün 24 saatinde sünnet-i seniyyeye; Hazret-i Abdullâh ibn-i Ömer radıyallâhu anhümânın dediği gibi ve Pîr Efendimiz Hazretleri nin de mısralaştırdığı şekilde: “Muhammed Mustafa sallallâhü aleyhi vesellem Efendimiz Hazretlerinin eşiğinde aklı kurbân ederek” katıksız, tam teslîmi yetli bir sünnet tatbîkâtıdır bu mübârek hayat! İşte kerâmeti maddî ve ma’nevî olarak ikiye ayı ran Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin: “Esâs kerâmet ma’nevî kerâmettir; o da yirmi dört sâatin tamâmını Resûl-i Ekrem sallallâhü aleyhi vesellem Efendimiz Hazretlerinin sünnetine uygun olarak geçirmektir. Bizce makbûl olan da budur.” dediği ma’nevî kerâ metler manzûmesidir Hazret-i Sâmî (k.s.) Efendi mizin asırlık ömürleri. Muhyiddîn-i Arabî hazretleri: “Ehlullâh kendilerinden kerâmet zuhûr etmesini kadınların hayız ve nifas hâli gibi görürler.” buyu ruyor. Bütün hayatlarında buna son derece dikkat eden Efendimiz (k.s.) Hazretleri bir sohbetlerinde (1970’li yılların ikinci yarısında Erenköy’de bir evde) Abdü’l-kâdir-i Geylânî hazretlerinin kendisini yardı ma çağıran Adana’nın Misis nâhiyesinin Abdoğlu köyünden bir Ermeni çocuğunun hayvanına, düşen çuvalları biiznillâh yüklemesine âid kıssayı anlatır ken, son derece sâf ihvânlardan Merhûm Dr. Bahâ Bey, ayağa kalkarak: “Vallâhi bu Zât, asrın Ab dü’l-kâdir-i Geylânî’sidir, ne zaman sıkışıp yetiş yâ Hazret-i Sâmî desem bu Zât’ın himmetiyle biiznillâh her müşkülüm hallolur.” diye bağırınca, Sâmî (k.s.) Efendimiz Hazretleri mu’tâdlarını bozarak yeni baş lamış olan sohbeti “el-Fâtiha” diyerek bitirip, fakîre dönerek: “Arabayı hazırlayın” buyurdular ve sohbeti yarıda bırakıp, ev sâhibinin yapacağı ikrâmı da: “İk râmınızı kabûl ettik, Allâh (c.c.) râzı olsun” diyerek yemeden oradan ayrıldılar. İşte kendilerine karşı sırrı fahş edip kerâmetlerini açığa vurana verdikleri kendi üslûblarınca en ağır ders. (Ömer Muhammed Öztürk, www.ramazanoglumahmudsamiks.com…
Doğumundan i’tibâren bütün hayatı boyunca bu müjdenin şanlı izlerini taşıyan bu zâta, “Âlî makâm sâhibi” ma’nâsına gelen Sâmî ismi konur. Her hâlleri büyük, yüksek makâm sâhibi oluşları nın dışarıya tezâhürüdür. Hâkk idâresinin kaldırılıp, halk idâresinin müs lümânlara da sevdirilmeğe çalışıldığı şu cehâlet asrında; ekseriyetin İslâm dışı davranışlarına; “Bugünkü şartlarda ancak bu kadar olur.” diye rek kılıf bulup, İslâm’ın bazı şartlarda tam olarak yaşanamayacağı iddiâsını hâlleri ile çürütüp, asra yakın ömürlerinin, doğumundan i’tibâren tamâmı nı, sünnete harfiyyen riâyet ederek geçirip, İslâm, fitnenin zirveye çıktığı devirlerde bile sünnete tam olarak ittibâ edilerek yaşanabilir ve kıyâmete ka dar da yaşanacaktır diye hayatı ile bunu isbât et miş bir âlî kadîrdir Hazret-i Sâmî (k.s.). Allâh (c.c.) dostlarının büyüklerinden bir zâtın ifâdesi ile “Asırların nâdir yetiştirdiği bir büyük velî dir” Hazret-i Sâmî (k.s.). 1950’li yılların başlarında İstanbul’a intikâllerin den sonra kendilerine Fahr-i Kâinat (s.a.v.) Efendi miz tarafından “MAHMÛD” ismi verilmiş ve kendi leri icâzetli halîfeleri Adanalı Hacı Hasan Efendiye: “Fakire bundan sonra Mahmûd Sâmî denilme sini ihvâna bildiriniz; bize böyle emrolundu.” diye emir gereği büyük tebşîrâtı bildirirler. Çocuk yaşlarında muhterem anneleri kendile rini akrânlarıyla oynamak üzere dışarı gönderdik lerinde Hazret-i Sâmî (k.s.) Efendimiz ellerini diz lerinin üzerine koyup “tahiyyât” oturuşundaki gibi oturup, uzaklara gözlerini diker, devâmlı olarak düşünür, tefekkür ederler. Çünkü Allâh (c.c.)’ün Resûlü (s.a.v.) Efendimiz, Mi’râc’da tahiyyâtta gibi oturmuşlardı. Bu sünneti ömürleri boyunca hep böyle sürdürdüler. Hiçbir zaman kendilerini bunun dışındaki bir şekilde otururken gören olmamıştır. “Neden arkadaşları ile oynamayıp oturduğu” sorul duğunda: “Biz oyun için yaratılmadık.” buyurmuş lardır. İşte hadîs-i şerîfi telmîh; işte sünnete ittibâ. (Ömer Muhammed Öztürk, www.ramazanoglumahmudsamiks.com…
(Bu iki duâ akşamla yatsı arasında 3’er defa okunmalı ve okuyuştan önce Yâsîn-i Şerîf okun malıdır.) Bi’smi’llâhi’r- rahmâni’r- râhîm “Allâhümme yâ ze’l-menni velâ yümennü ‘aleyhi. Yâ ze’l-celâli ve’l-İkrâm. Yâ ze’t-tav li ve’l-in’âm. Lâ- ilâhe illâ ente zahra’l-lâci’îne ve câre’l-müste’cirîne ve emâne’l-hâifîne. Al lâhümme in-künte ketebtenî ‘ındeke fî üm mi’l-kitâbi şakıyyen ev mahrûmen ev matrûden ev mukatteren ‘aleyye fî’r-rızkı fe’mhu’llâhüm me bi fazlike şekâvetî ve hırmânî ve tardî ve ıktâre rızkî ve esbitnî ‘ındeke fî ümmi’l-kitâbi sa’îden ve merzûkan ve müveffekan li’l-hayrâti fe-inneke kulte ve kavlüke’l-hakku fî kitâbi ke’l-münzeli ‘alâ lisâni nebiyyike’l-mürselîn. Yemhu’llâhu mâ-yeşâü’ ve yüsbitü ve ‘ınde hu ümmü’l-kitâbi ilâhî bi’t-tecelliyyi’l-’azami fî leyleti’n-nısfi min şa’bâne’l- mükerremi’lletî fî-hâ yüfraku küllü emrin hakîmin. Ve yübre mü en-tekşife ‘annâ mine’l-belâi’ mâ-na’lemü vemâ lâ-na’lemü vemâ ente bihî a’lemü inneke ente’l-e’azzü’l- ekram. Ve sallâ’llâhu ‘alâ seyyi dinâ Muhammedin ve ‘alâ âlihî ve ashâbihî ve evlâdihî ve ezvâcihî ve sellem.” Bi’smi’llâhi’r- rahmâni’r- rahîm “İlâhî cû’düke dellenî ‘aleyk. Ve ihsânüke evsalenî ileyk. Ve keremüke karrebenî ledeyk. Eşkû ileyk mâ-lâ yahfâ ‘aleyk. Ve es’elüke mâ lâ ye’süru ‘aleyk. Îza-’ılmüke bi-hâlî yekfî ‘an süâlî. Yâ müferrice kürebe’l-mekrûbîn. Ferric annî mâ-ene fîh. Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü mine’z-zâlimîn. Festecibnâ leh. Ve necceynâhü mine’l-ğammi ve kezâlike nünci’l- mü’minîn. Allâhümme yâ ze’l-menni velâ- yü mennü ‘aleyh.” Bu salavât 100 def’a okunacaktır. “Allâhümme salli ‘alâ rûh-i seyyidinâ Mu hammedin fi’l-ervâh. Ve salli ‘alâ cesed-i seyyi dinâ Muhammedin fi’l-ecsâd. Ve salli ‘alâ kabr-i seyyidinâ Muhammedin fi’l- kubûr.” (Ömer Muhammed Öztürk , İbadet Takvimi ve Dualar ,s.59-64)…
Bu gecede yüz rekat namâz kılınır. Bu durumda namâzın, her iki rek’atında bir selâm verilir. Her rek’atta Fâtiha’dan sonra 10 (on) İhlâs-ı Şerîf okunur. Selef (r.a.), bu namâzı kılar ve buna “Hayır Namâzı” derlerdi. Hattâ bu namâzı, bir araya toplanıp cemâatle de kılarlardı. (Hanefî mezhebinde terâvihten başka hiç bir nafile namâz cemâatle kılınmaz.) Hasan-ı Basrî (r.a.)’in bu namâz için şöyle dediği rivâyet olunur: “Allâh Resû lü (s.a.v.)’in sahâbîlerinden otuz kişi bana dediler ki: “Bu gecede bu namâzı kılan bir kimseye, Cenâb-ı Hâkk yetmiş defa nazar eder ve her bir nazar ile onun yetmiş ihtiyâ cını giderir. Bu ihtiyâcların en azı da affe dilmektir.” (İmâm-ı Gazâlî (r.âleyh), İhyâu Ulûmi’d-dîn, c.1, s.555) BERÂT GECESİNDE NE YAPMALIYIZ? Berât’ın 15. gününü mutlakâ oruçlu geçirmeliyiz. Hz. Alî (k.v.)’den “Şa’bân’ın on beşinci günü oruç tutun, gecesinde kâim olun.” meâlinde İbn-i Mâce bir hadîs rivâyet etmiştir. (İmâm-ı Gazâlî (r.âleyh), İhyâu Ulûmi’d-dîn, c.1, s.556) Akşam namâzını edâdan sonra, üç defa Yasîn-i Şerîf okunur. Her Yâsîn’den sonra bir defa Berât Duâları okunur. Bu Berât Duâları okunurken: İlk okuyuşta Cenâb-ı Hâkk’tan hayırlı ve uzun ömür talebi ile kazâ ve belâlardan korunmak; ikincisinde bol ve helâl rızık temennîsi; üçüncüsünde, son nefesinde hüsn-i hâtime (îmânla) ile bu dünyâdan göçmeye niyet edilir. (Ömer Muhammed Öztürk, İbâdet Takvimi ve Duâlar,s.62)…
Bu gecenin fazileti Kur’an ayetleriyle sabittir. Allahu Teâlâ, şöyle buyurur: “Hâ mîm. Parlak ki tap Kur’ân hakkı için, gerçekten, biz, onu, mü barek bir gecede indirdik. Çünkü biz, (Kur’ân hükümleri ile) korkutanlardanız. Her hikmetli iş o mübarek gecede ayırt edilir. (Rızk, ecel, iyi ve kötülükten ibaret işler bu gecede yazılır.) Bu, (hikmetimizin gereği olan) tarafımızdan bir iştir. Çünkü biz peygamber göndereniz. Peygamberi kitabla gönderişimiz de bir rahmettir, ni’mettir. Gerçekten O Semi’dir. “Bütün söylenenleri işi tir, alimdir.” Her hâli bilir. O göklerin ve yerin ve bütün aralarındakilerin Rabbidir, eğer gerçek ten inanıyorsanız!” (Duhan s. 1-7) Bu geceye iyiliğinin çokluğu ve âlemlere be reket olması sebebiyle, mübarek gece ismi veril miştir. Berat Gecesi’nde bir yıl içinde olacak her çeşit olayların hükmü verilir. Bunun için Resûlullah (s.a.v. buyurdular ki “Allâh (c.c.) bu sene içinde ölecek kimseleri Şaban ayı içerisinde yazar. Ben de ecelimin oruçlu iken gelmesini istiyo rum.” (Buhari) Ber’ât Gecesi de denir. Çünkü Allâhü Teâlâ, bu gecede mü’min kullarına kurtuluş berâti yazdırır. Hadis-i Şerîf’te: “Ber’ât Gecesi kâhinler, büyü cüler, içkiye devam edenler, ana-babasına is yan edenler ve zinaya devam edenler hâriç, Al lâhü Teâlâ bütün müslümanları mağfiret eder”, buyurdu. (Buhari) Başka bir rivayette “haksız yere müslümanlara düşmanlık edenlerin, yol kesici lerin, kibirlilerin” de af kapsamının dışında oldu ğu belirtilmiştir. Ravdat-ül Ulemâ’da yazdığı üzere, faiz yiyen, canlı resmi, heykeli yapan ve söz taşıyı cılar da af kapsamı dışındadır. “Şa’bân-ı Şerif’in onbeşinci gecesi olunca, o geceyi ihyâ ediniz ve gününde oruç tutunuz. Muhakkak ki, Allâhü Teâlâ, “mağfiret olunmak istiyen yok mudur, mağfiret edeyim; rızk istiyen yok mudur, rızk vereyim; istiyen yok mudur ve reyim” buyurur. Bu hâl, sabaha kadar devam eder.” (Buhari, Müslim, Beyhaki) (Muhammed Rebhâmi, Riyadünnasihin, s.278-279…
Hazret-i Sâmi (k.s.)’un hayatını manevi görevlisi ve ihvâna kılavuzu Muhterem Ömer Muhammed Öztürk’ün kaleminden yayınlıyoruz: 1892 Yılında Adana’nın Tepe bağ mahallesinde dünyâya teşrîf eden Hazret-i Sâmî (k.s.)’un babaları Müctebâ Efendi, anneleri Ümmügül süm Hanımefendilerdir. Dedelerinin ismi Abdurrahmân, büyük dedeleri İshâk ve Hüseyin Efendilerdir. Büyük Türk beyliklerinden Ramazânoğlu beyliğinin en son beylerinden olan Abdülhâdî Efendinin (ki Sâmî Efendi Hazretlerinin büyük dedelerindendir) tesbîtine göre Ra mazânoğlu beyliği aslen Türklerin Oğuz boyunun Üçok lar kabîlesindendir. Bu kabîlenin de şecereleri büyük Türk Hâkânı Nureddîn Zengî (Şehîd) vasıtası ile Sey fullâh Hz. Hâlid bin Velîd (r.a.)’e dayanır. Efendi Haz retleri kendi ifâdeleriyle doğumlarını şöyle nakletmekte dirler: “Benim doğumum (1308) târihindedir: Adana’da Vakıfsarayı’ndadır. Doğumumdan evvel kapıya bir zât gelmiş: “Bu evde, yakında bir doğum olacaktır, oğlan olacaktır, adını: Sâmî koyunuz; hayırlı bir insan ola caktır.” diyor, gidiyor. Bir müddet sonra doğum oluyor, oğlan oluyor. Adı: “Mahmûd Sâmî” konuyor. Sonra o zât tekrâr geliyor. Oğlan doğduğunu söylüyorlar. Adının da “Muhammed Mahmûd Sâmî” konulduğunu öğrenince: “Sandıktaki emânetimi veriniz!” diyor. Ona benzer bir emâneti veriyorlar: “Bu değil; esâs sandıktaki bana âid emâneti veriniz!” diyor. Veriyorlar. Memnûn oluyor. Duâ edip gidiyor.” Efendi Hazretleri bu ma’lûmât hakkında: “-Bunu kaydediniz. Mühimdir. Gelen zât, boş değildir. Bunları olduğu gibi sen kaydet. İleride neşredilir. İyi olur. Hayırlı olur.” diye buyurdular. Not: Bu ma’lûmât, Muhterem Ömer Kirazoğlu (Rh. Âleyh) Ağabey’in kendi el yazısı ile not defterinden alın mıştır. Metinden Hazretin ism-i şerîflerinin tam olarak “Muhammed Mahmûd Sâmî” olduğu öğreniliyor. Hazre tin 6 Kasım 1937de kendi el yazılarıyla, latince olarak, “Kadastro ve Tapu Tahrîrine Mahsûs Beyânnâme”de, sâdece “Sâmî” ismini ve imzâsını kullandıklarına ve nü fus cüzdanlarında da sâdece “Sâmî” ismini kullandığına göre, tam ism-i şerîflerinin kullanılmaması o devirdeki birtakım yasakları akla getirmektedir. Bu “Beyânnâ me”de, Hazretin doğdukları ev Seyhân vilâyeti, Adana kazâsı, Kayalıdağ mahallesi, Sabuncu Abdullâh sokağı olarak belirtilmiştir ki burada da isimler değiştirilmiştir. Hazretin doğdukları evin bulunduğu mahalle en son Te pebağ adını almıştır. (Ömer Muhammed Öztürk, www.ramazanoglumahmudsamiks.com…
Hz. Alî (r.a.) onun da Resûlullâh (s.a.v.)’den bildirdikleri hadîs-i şerîfte: “Şa’ban ayının onbe şinci gecesi gelince, gecesini namazla, gündü zünü oruçla geçiriniz.” (İbn Mace) buyruldu. Allâhü Te’âlâ, bu gecede mü’min kullarına kurtuluş berâti yazdırır. Hadîs-i şerîfte: “Ber’ât gecesi kâhinler, büyücüler, içkiye devam edenler, ana-babasına isyan edenler ve zinâya devam edenler hâriç, Allâhü Te’âlâ bütün müslümanları mağfiret eder” buyuruldu. Ebûbekir Sıddîk (r.a.)’in Resûlul lâh (s.a.v.)’den bildirdiği Hadîs-i Şerîfte: “Şa’ban ayının on beşinci gecesi, Allâhü Te’âlâ’nın râh meti dünyâ göğüne iner. Herkesi afveder. An cak, kalbinde haksız yere müslümanlara düş manlık olanı ve Allâhü Te’âlâ’ya ortak koşanı mağfiret etmez” (Beyhakî) buyuruldu. Ayrıca Ravdatü’l Ulemâ’da yazdığı üzere, faiz yiyen, canlı resmi, heykeli yapan ve söz taşıyıcıla rın da bu gecenin feyzinden mahrum kalacakları söylenmiştir. 1. Kıymetli yerleri ve kabirleri, bilhassa şehîd lerin, velîlerin kabirlerini ziyârette, Resûlullâh (s.a.v.)’e uymalıdır. Nitekim Resûlullâh (s.a.v.) bu gece Bakî’ kabristanına gitmiştir. 2. Ailesine, akrabalarına, diğer müslümanlara mü’min erkek ve kadınlar ve şehîdlere duâ etmek husûsunda da ona uymalıdır. Nitekim Resûlullâh (s.a.v.) öyle yapmıştır. 3. Ev halkına yumuşak, tatlılık göstererek, Resûlullâh (s.a.v.)’e uymalıdır. Yâni ailesi varsa, bir yere gitmek istiyorsa, tatlılıkla onlardan ayrıl malı ve onları uzun zaman yalnız bırakmamalıdır. 4. Uzun namaz ve secde yaparak Resûlullâh (s.a.v.)’e uymalıdır. 5. Bu namazda ağlama, yalvarma, yakarma, diğer namazlardakilerden daha çok olmalıdır. 6. Toprak üzerine secde etmelidir. Nebî (s.a.v.) böyle yapmıştır. 7. Birinci secdede üç şeyde O (s.a.v.)’e uyup, yakarmalı, kusurunu îtirâf etmeli ve büyük günâh larından istiğfar etmelidir. (Muhammed Rebhami, Riyâdü’n-Nâsihîn ,s.277)…
Allâh Resûlü (s.a.v.): “Ebûbekir dünyaya geldiği zaman göklerde bir şenlik olmuştur. Cenâb-ı Hâkk, Adn Cenneti’ne şöyle nida buyurmuştur: “Sende Ebûbekir ile onu sevenlerden başka kimse yerleşmez.” Cehenneme de nida edip buyurur ki: “Celâlim hakkı için sende Ebûbekir’in düşmanlarından başka kimseyi azablandırmam.” Kıyâmet koptuğu zaman Hz. Ebûbekir (r.a.)’a şöyle nida buyurur: “Ey Ebûbekir! Bugün sevdiklerine nasıl muamele etmemi istersen, onlara öyle muamele ederim.”Peygamberlerden sonra insanoğlunun en büyüğü olan Hz. Ebûbekir (r.a.)’dır. Peygamberimiz (s.a.v.)’den iki yaş küçüktür. Vefatı da Allâh Resûlü (s.a.v.)’in irtihalinden iki sene sonra vuku bulmuştur. Hz. Ebûbekir (r.a.), yaradılışı itibariyle tertemiz bir fıtrata sahipti. Cahiliyet devrinde bile asla putlara tapmamış ve kötü bir amelde bulunmamıştı. Hilm âlemi yüce sıddîk, etrafına ışıklar saçan bir güzelliğin de sahibi idi. Uzunca boylu, beyaz tenli, gür saçlı, seyrek sakallı, çukurca gözlü idi. Kendisi Kureyş arasında sayılan, sevilen, itimad edilen ve sözü her zaman dinlenilen bir insandı. Allâh Resûlü (s.a.v.)’in en samimi arkadaşı ve sırdaşıdır. Ve Allâh Resûlü (s.a.v.)’e risâlet geldiğinde erkekler arasında ilk imân edendir. Öyle bir imânın, öyle bir aşkın, öyle bir vecdin sahibi idi ki, gece sabahlara kadar başı kesik bir mum gibi yanar ve inci tanesi gibi gözyaşlarıyla yerleri ıslatırdı. Allâh’ın Resûlü (s.a.v.) buyurdular ki: “Bir peygamber olmak müstesna; Güneş, Ebû-bekir’den daha faziletli bir kimse üzerine ne doğmuş, ne batmıştır!” (Şemsüddin Ahmed Sivasi, Dört Büyük Halife, s.11)…
“Allâh’ın onlara azap etmesine nasıl bir şey engel olabilir ki, Allâhü Teâlâ onlara azap etmesin? Halbuki onlar mü’minlerin Mescid-i Haram’ı ziyaret etmesini yasaklıyorlar. Onlar bu yasakları sebebiyle azâbı hak ediyorlar. Ve onlar mescidin sahibi ve yöneticisi olmadılar. Mescid-i Haram’ın yöneticisi şirkten ve diğer isyanlardan (günâhlardan) kaçınan takvâ sahipleridir. Ancak müşriklerin çoğu mescidin yöneticisinin takvâ sahipleri olduğunu bilmezler. Onların mescid yanında namazları ancak ıslık çalmak ve el ele vurmaktan ibarettir. Hal böyle olunca, Ey kâfirler! Kendi kendinize kazanmış olduğunuz bu küfrünüz sebebiyle ahiret azabını tadın.” (Enfal s. 34-35) Kâfirlerin Resûlullâh (s.a.v.)’i ve diğer Mü’minleri hicrete mecbur etmeleri ve Hudeybiye olayında mü’minleri Mekke’ye sokmayıp bir anlaşma yaparak döndürmeleri, mü’minlere Mescid-i Haram’ı (Ka’be’yi) ziyareti yasaklamaları sınıfındandır. İmkânını bulabilselerdi müslümanlardan Mescid-i Haram’a bir kişi bile koymayacaklardı. Ancak bu hususta başarılı olamadılar ve sonunda Mescid-i Haram’dan kendileri uzaklaştırıldılar. Dolayısıyla, mü’minler üzerine uygulamak istedikleri planları kendi ayaklarına dolaşmıştır. Beyt-i Şerif (Kâ’be) huzurunda onların inançlarına göre namaz olmadı. Ancak ıslık çalma ve el ele vurma oldu. Bunlar tavâf ederken uygun olmayan şu fiilleri işledikleri gibi Resûlullâh (s.a.v.) namaz kılarken sağına ve soluna gelirler, Resûlullâh (s.a.v.)’in zihnini karıştırmak ve kendisi ile alay etmek için ellerini birbirine çarpar ve ıslık çalarlardı.Kısacası, zamânımızda konferanslarda ve diğer toplantı yerlerinde Avrupa’yı taklit ederek alkış adıyla yapılan el şakırtıları, câhiliye âdetlerindendir. Bu âdetin Allâh’ın gazabına sebep, İslâm âdetlerine ters ve Allâh indinde kötülenmiş olduğu bu ayetten istifade edilen faydalardandır. (Hz. Mahmud Sami Ramazanoğlu, Enfal Suresi Tefsiri, s.130)…
Resûlullâh (s.a.v.) bir gün devesinin üzerinde ilerlerken, arkadaşları da O (s.a.v.)’in önünde yürüyorlardı. Hz. Muâz (r.a.): “Canım sana fedâ olsun, Yâ Resûlullâh! Cenâb-ı Mevlâ’dan niyâzım, bizim emânetimizi senden önce almasıdır. Allâh göstermesin, eğer sen bizden önce vefât edersen, senden sonra hangi ibadetleri yapalım?” diye sordu. Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz bu soruya cevap vermedi.Bunun üzerine Muâz: “Allâh yolunda cihâd mı edelim?” diye sordu. Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allâh yolunda cihâd çok güzel şeydir ama insanlar için bundan daha hayırlı ameller vardır.” “Yani oruç tutmak, zekât vermek mi?” “Oruç tutmak, zekât vermek de güzeldir.”Muâz (r.a.), bu minvâl üzere, insanoğlunun yaptığı bütün iyilikleri sayıp döktü. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) her defasında: “İnsanlar için bundan daha hayırlısı vardır.” diyordu. Hz. Muâz (r.a.): “Anam, babam sana kurban olsun Yâ Resûlullâh! İnsanlar için bunlardan daha hayırlı ne olabilir?” diye sordu.Efendimiz (s.a.v.) ağzını gösterdi: “Ey Muaz, ya hayır konuş, hayır konuşmyacaksan sus.” buyurdu. Muâz (r.a.): “Yâ Resûlullâh! Konuştuklarımızdan dolayı hesâba mı çekileceğiz?” diye sordu. Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.v.), Muâz (r.a.)’in dizine hafifçe dokundu ve şunları söyledi: “Allâh hayrını versin Muâz! İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen, dillerinin söylediğinden başka nedir ki? Kim Allâh’a ve âhiret gününe inanıyorsa, ya faydalı, hayırlı söz söylesin veya sussun. Zararlı söz, iftira ve gıybet, zinadan şiddetlidir.”…
![Artwork](/static/images/128pixel.png)
1 ALLÂH (C.C.)’UN HAYATINA YEMİN ETTİĞİ TEK İNSAN: HZ. PEYGAMBER (S.A.V.)- 06 ŞUBAT 2025-MEVLANA TAKVİMİ 2:31
Müfessir ve muhaddis sûfi İbni Atâ (r.âleyh) “Bu güvenli beldeye yemin ederim” (Tîn s. 3) ayetini tefsir ederken şöyle demiştir: “Allâhü Teâlâ Mekke’yi, Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in orada oturması ve onun içinde bulunmasından dolayı her bakımdan güvenilir bir şehir yapmıştır. Zira Resûlullâh (s.a.v.)’in mübârek vücûdu orada bulunduğu için orası güvenli bir yerdir.”Sonra Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu: “Babaya ve evlâdına yemin ederim.” (Beled s. 3) Bazı âlimler Cenâb-ı Hâkk’ın bu ayetteki “baba (vâlid)” ifâdesiyle Hz. Âdem (a.s.)’ı kastettiğini söylemişlerdir. O zaman da “evlâd (veled)” ifâdesiyle onun bütün soyu kastedilmiş olabilir. Bazı âlimler de ayette kendisine yemin edilen babanın (vâlid) Hz. İbrâhim (a.s.) olduğunu söylemişlerdir. O takdirde Allâhü Teâlâ “evlâd (veled)” ifâdesiyle Hz. Peygamber (s.a.v.)’e işaret etmiş olabilir. Şu hâlde bu surede iki yerde Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’e yemin edilmiş olmaktadır. Bu yeminlerden biri Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in yaşadığı şehre “Yemin ederim bu beldeye ki sen de bu beldenin sâkinisin” (Beled s. 1-2); diğeri ise babanın evlâdına “Babaya ve evlâdına yemin ederim” (Beled s. 3) yöneliktir. İbni Abbâs (r.a.) şöyle demiştir: “Allâhü Teâlâ, kendi katında Peygamber (s.a.v.)’den daha kıymetli bir insan yaratmamıştır. Cenâb-ı Hâkk’ın, ondan başka birinin hayatına yemin ettiğini işitmedim.” Tâbiîn muhaddislerinden Ebü’l-Cevzâ (r.a.) şöyle demiştir: “Allâhü Teâlâ Peygamber (s.a.v.)’i kendi katında yaratılmışların en değerlisi kâbul ettiği için onun hayatından başka hiçbir kimsenin hayatına yemin etmemiştir.” (Kâdı İyâz, Şifâ-i Şerîf, c.1, s.105-110)…
Adem (a.s.)’ın yaratıldığı ve Cennet’e konulduğu gün Cuma günü idi. Yüce Allâh, melekleri Adem (a.s.)’a secde ettirdikten sonra “Ve alleme Âdeme’l esmâe küllehâ” ayetinde belirtildiği gibi ona her şeyin hatta zürriyetinden gelecekle-rin isimlerine varıncaya kadar, bütün yaratıkların (meleklerin bile) isimlerini birer birer öğretti. Bu isimleri meleklere sorup bu husustaki aczlerini, kendilerine itiraf ettirdikten sonra Adem (a.s.)’a emretti, Adem (a.s.) o isimleri birer birer saydı. İblis, Adem (a.s.)’ı yalan yere yemin ederek kandırdı. Allâh (c.c.)’un haram kılmış olduğu şeyden tattıkları için Allâh (c.c.), Adem (a.s.) ve Havva validemizi Cuma günü Cennet’ten çıkarıp yeryüzüne indirdi. Adem (a.s.), Cennet’te ikindi ile güneşin batışı arasındaki zaman kadar kalmıştı ki bu süre dünya günlerinden 130 yıla eşittir. Adem (a.s.), Hindistan’a, Havva validemiz Cidde’ye indirildi. Adem (a.s.)’ın indirildiği dağın, Hindistan’ın Serendip ceziresinde bulunduğu ve dağın isminin Bevz (Nevz) olduğu Taberî’de bildirilir. Yüce Allâh, Adem (a.s.)’ı Cennet’ten çıkardığı zaman ona her şeyi yapma sanatını da öğretti. Ona örs, çekiç, kerpeten ve külünk gibi bazı aletlerle kızıl tüylü bir öküz de verildi. Adem (a.s.) çiftçi oldu. Ekin ekmesi emredildi. Yeri, alnının teri ile sürdü. Ekin ekti, suladı, zamanı gelince biçti. Düvenle sürdü, rüzgarda savurup taneleri samanından ayırdı. Taneleri öğütüp un yaptı. Onu yoğurup hamur yaptı. Hamuru da pişirip ekmek yaptı. Adem (a.s.)’a demircilik sanatı da öğretildi. Demirden ilk yapıp kullandığı şey bıçak oldu.Adem (a.s.)’a nasıl tevbe edeceği ilham olununca, tevbe etmeye başladı. Gafur, Rahim ve Tevvâb olan Yüce Allâh, Adem (a.s.)’ın tevbesini kâbul eyledi. (M.Asım Köksâl, Peygamber Tarihi, s.32-40)…
Ey iman edenler! diye başlayan Maide Suresi 51. âyetin ihtiva ettiği hüküm tüm müminleri içine almaktadır. Ayetin iniş sebebinin sadece bir kısım müminler olması, genelliğini etkilemez. Rivayet edildiğine göre, Ubâde b. Sâmit (r.a.) Hz. Peygamber (s.a.v.)’e demiş ki: “Benim bir takım yahudi dostlarım vardı. Ben Allâh ve Resûlü için onların dostluğunu bırakıyorum; Allâh’a ve Resûlü’ne sığınıyorum.” Abdullah b. Übey de demiş ki: “Ben, felâketlerden korkan birisiyim; dolayısıyla Kaynukaoğullarından olan yahudi dostlarımı ter-ketmiyorum.” Bunun üzerine bu âyet indi: “Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar, birbirinin dostudurlar. Her iki gruptan bir kısım insanlar, diğer gruptan bir kısım in-sanla dostluk kurmuşlardır. Dolayısıyla aleyhinize ve zararınıza olabilecek bir noktada, onlar müttefik durumdadırlar. Hepsi, aleyhinizde bir araya geliyorlar. Durum böyle olunca, onlardan herhangi birisinin dostluğunu, nasıl kafanızdan geçirirsiniz; onlara dost olmayı nasıl düşünebilirsiniz? Sizden kim onları dost edinirse şüphesiz onlardan olur. Onların dinini benimsemiş olur ve onlarla beraber cehenneme girer. Şüphesiz bu dostluk, onların dinini benimseme biçiminde bir dostluk olursa sonucu böyledir; yoksa onların inancım kâbul etmeden, onlarla sırf alışveriş ve benzeri bir ihtiyaç için arkadaşlık yapmak, ihtiyaçtan dolayı onlarla sohbet etmek, muhatap olmak bu tehdidin kapsamına girmez. Muhakkak ki Allâh, zalim kavmi hidayete erdirmez.” (Maide s. 51) Mü’min kardeşlerini bir kenara bırakıp din düşmanlarını dost edinen; Müslümanların küfür ve sapıklığa düşmelerine seyirci kalan, onları kendi halinde bırakan ve böylece kendi kendisine zulmeden kimseleri doğru yola yöneltmez. Şöyle bir duâ nakledilir: “Ya Rab! Göz açıp kapayıncaya kadar; hatta daha az bir zaman bile; beni, nefsime teslim etme!” (İsmail Hakkı Bursevi, Ruh’ul Beyân Tefsiri, Maide s. 51)…
Καλώς ήλθατε στο Player FM!
Το FM Player σαρώνει τον ιστό για podcasts υψηλής ποιότητας για να απολαύσετε αυτή τη στιγμή. Είναι η καλύτερη εφαρμογή podcast και λειτουργεί σε Android, iPhone και στον ιστό. Εγγραφή για συγχρονισμό συνδρομών σε όλες τις συσκευές.